Başlık 2: Biraz da Muhammed İkbal
(Hindistanlı Müslüman Düşünür, Şair)
Pencap eyaletinin Keşmir sınırı yakınındaki Siyâlkût şehrinde 1877 de dünyaya gelir, babası Nûr Muhammed ve annesi İmam Bîbî onun dinî şahsiyetinin gelişmesinde önemli ölçüde etkili olmuştur. İlk ve orta öğrenimini Siyâlkût’ta tamamlar; 1895’te Lahor’da Hükümet Koleji’nde felsefe ve hukuk ağırlıklı dersler alır. Yetişme çağında İkbal üzerinde iki şahsiyetin kalıcı tesirler bıraktığı bilinmektedir. Bunlardan ilki, çocukluktan itibaren ilminden ve irşadından yararlandığı Mevlânâ Mîr Hasan, diğeri hocası Thomas Arnold’dur. Arnold, İkbal’in yeteneğini fark ederek İngiltere’nin Cambridge Üniversitesi’ne gitmesini sağlar.
Lahord’a dönen İkbal, iki yıl kadar Şarkiyat ve Hükümet kolejlerinde İngilizce ve felsefe dersleri verir, geçimini büyük ölçüde avukatlık yaparak sağlar 1934 yılına kadar sürdürdüğü bu işi hiçbir zaman asıl ilgi alanı olarak görmez.
Daha sonra İspanya’ya gider, İkbal’in Kurtuba Ulucami’ni ziyaret etmesi ve güçlükle izin alarak camide namaz kılması onun unutamadığı bir anısı olur, İkbal genç yaşta bir şair olarak ülkesinde adını duyurmayı başarır. “Himalaya”, “Öksüzün Feryadı”, “Kandil ve Kelebek”, “Terâne-i Hindî” gibi manzumelerin de içinde bulunduğu çoğu gazel tarzındaki şiirlerinin temel konusu tabiatı, insanı ve tarihiyle Hindistan’dır. Bundan dolayı, vatansever bir ruh taşıyan şiirleri Müslümanlar kadar diğer Hintliler arasında da büyük ilgi görmüştür. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hayranlığının sonucu olarak Mes̱nevî-i Maʿnevî tarzında Farsça kaleme alır. İkbal sanat sanat içindir anlayışını benimsemez, sanat insana ve topluma hayat vermeli, benliği güçlendirmeli, Mûsâ’nın elindeki asâ gibi bâtılı yok edip gerçeği ortaya çıkarmalıdır. İkbal, Fahreddîn-i Irâkī’nin görüşlerine dayanarak mekânı üç basamaklı düşünür: Kaba cisimlerin işgal ettiği mekân, hava ve ses gibi latif cisimlerin kapladığı mekân, ışığın kapladığı mekân. İkbal bir ilâhî mekân kavramından da söz eder. Bu mekânda Allah her varlıkla aynı zamanda temas halindedir der. İkbal her insanı bağımsız kimliğe sahip bir “ben” olarak görür. Türk milletinin yakın tarihteki sıkıntılarıyla ilgilenen İkbal, bu ilgisini daha 1911’de Trablusgarp Savaşı şehitleri için yazdığı şiiriyle terennüm etmiştir. Burada İkbal, huzuruna çıktığı Hz. Peygamber’in kendisine hediye olarak ne getirdiğini sorması üzerine, cennette bile bulunmayan bir hediye getirdiğini söyleyerek içinde Türk şehitlerinin kanının bulunduğu şişeyi Resûlullah’a sunar. İkbal, sömürgecilik döneminde bağımsızlığını koruyabilen tek Müslüman millet olarak övdüğü Türker’in aynı zamanda “İslâm rönesansını” gerçekleştirebilecek potansiyele sahip olarak da görmektedir.
İkbal 1934 yılında gırtlak kanserine yakalanır ve sesini kaybeder, daha sonra gözleri de iyice zayıflar, maddî problemler yaşamaya başlar, 21.Nisan 1938 yılında Pakistan ın Lahor şehrinde hayata gözlerini yumar ve aynı şehre defnedilir.[1]
Muhammed İkbal’in Bazı Sözleri
-Ne zulüm ne merhamet, yalnızca adalet.
-Kusur Müslümanlıkta değil, Bizim Müslümanlığımızda.
-Ey gönül! Sende Artık sus artık, Derdini kucağına alıp uyu artık.
-Sana zor gelen o bir secde var ya, Binlerce secdeden kurtarır sen.
A. Bahattin YETİŞ
[1] Mehmet S.AYDIN https://islamansiklopedisi.org.tr/ikbal-muhammed